Week 8/23.11.2020

 


Delhi İngiliz sömürgesi yıllarında Yeni delhi ve Eski Delhi olarak ikiye bölünmüş. İki bölge mimari ve planlama farklılıklarından dolayı kolayca ayrılıyor.  Yeni delhi daha modern bir bölge, tüm konfor ve lükslerle tipik bir metropol şehridir.  Hükümetin ve delhinin zengin üst tabakasının merkezi Yeni Delhi’de geniş yollar, gösterişli binalar, büyük parklar vardır. Yeni Delhi güç ve prestij ile eş anlamlı hale gelmiş durumdadır.

Eski delhi ise tarihi zenginlikleri barındırmasının yanı sıra son derece sağlıksız bir yapılaşmanın devam ettiği, alt yapısı olmayan küçük dar sokakları ve bozuk yolları ile ilkel bir yerleşim merkezidir. 

2050 yılına gelindiğinde delhi de nüfus 50 milyonlara yaklaşmıştı.
Gelişen teknolojiyle zenginleşen Eski Delhi’nin sakinleride, bölünmüş şehrin güzel kısmına Yeni Delhi’ye akın etmeye başladı ve kentsel bir göç oldu. Yeni Delhi’de  bozulmalar başlamıştı. Artık yetkililer delhi’nin sorunlarına duyarsız kalamıyorlardı. Fiziksel sorunlar ve sosyoekonomik sorunlar artık şehirde yaşanmayacak, çalışılmayacak bir duruma getirmişti. Bu durumun sonsuza kadar devam etmesine izin verilmek istenmedi. Bu istenmeyen sorunları bitirmek için tüm girişimler başarısız olduktan sonra, Yeni Delhi’deki yetkililer mimariyi bir manifesto aracı olarak kullanmaya karar verdiler, iki sınırı birleştirecwk şekilde sınır arasındaki tren istasyonu üzerine bir ütopik bir  kent kurdular. Şehrin her yerinden insanları birleştirecek ütopik bir yerdir. Burası sınıf ayrımının olmadığı, hava kirliliğinin olmadığı, suyun temiz olduğu , trafiğin olmadığı, özel mülkiyetin olmadığı bir yerdir.

Mimarlık diğer disiplinlerden farklı biçimde düşlediği yeni dünyayı fiziksel, neredeyse elle tutulur biçimde kurgular. Mimari manifestolar da kurguladıkları bu dünyayı savundukları, tarif ettikleri, programladıkları ve en son birlikte inşasına çağrı yapar. Yani mimari manifestolar, değişimi istemekle, değişim çağrısı yapmakla da kalmazlar, değişimi planlarlar, değişime form verirler. Devrimin hangi yollarla gerçekleşeceğini betimlerler, hatta değişimle oluşturulacak yeni dünyayı resmederler.
 
Ütopya, manifestonun bir ilkesidir ve devrimci hamlelerin şiiridir. Diğer bir deyişle insanın şu anda veya gelecekte elde etmek istediği ya da kaybettiği kontrolü kazanma umududur. Toplumların hayallerini, taleplerini dile getirdiği, savlarını belirttiği, hareket oluşumunun doğduğu manifestoda sanat, insan duygu ve duyularını açığa çıkartan yegane araçtır. Sanat, ütopyanın hem manifestosu, hem de özüdür.

Manifesto doğası gereği bir çığlıktır, var olan duruma bir isyandır, her ne kadar kuvvetli bir yaratma edimi olsa da en başta yıkıcıdır.  

Manifestoların çıkış zeminini oluşturan, döneminde umutsuzluklarla karşı karşıya kalınan, başka çaresi olmaksızın eleştiren, önerme yapan veya değerlendiren manifestolar en son duruma bir eleştiridir.

Bütün zenginliği bir avuç açgözlü insanın elinde bulunduğu ve çoğunluğun sefalet içinde yaşadığı bir toplumda  kimse mutlu olmaz.

Thomas More


Comments